9 Ocak 2012 Pazartesi

ÇOCUKLARIMIZA PAYLAŞMA DAVRANIŞINI NASIL KAZANDIRALIM?

Okul öncesi dönem  özellikle 2- 3 yaş çocuğun varlığı kabul ettirme ve bağımsızlaşma dönemidir. Kendini  dünyanın merkezi olarak algıladığından her yaptığı onun için çok önemlidir, dolayısıyla herkesin her yaptığını görmesini, önemsemesini  ister.  Kendinden başkası yaşamıyormuş gibi  egosantrik bir karakter sergiler. Başkalarını  duygu düşüncelerini  anlamada zorlanıyor olması, her şeyi   sahiplenmeyi istemesi, hep bu  gelişimsel özelliğindedir. Bu özellik biz yetişkinlerce olumsuz bir durum gibi algılansa da  kendi becerilerini, ilgilerini, ihtiyaçlarını v.s kısacası kendini keşfetmesi, ve değerli olduğu bilincinin  oluşması için  bunun belli bir dönem böyle yaşaması gerekmektedir. Kendini güvende hissedebilmesi için yaşadığı dünyada kendine ait bir şeyler olsun, kararlar versin, seçimler yapsın, etrafı kontrol altına alabilsin ister. Bunun içinde ulaşabildiği, gördüğü her nesneye benim demek zorunda kalır. Sahiplendiği oranda kendini güçlü görür. Bunlar etrafındaki bireyler olabildiği gibi cansız nesneler hatta tuvaleti bile  olabilir. Onu bedeninin bir parçası gibi algılar. Sahip oldukları ona ne kadar güç katıyorsa bir o kadarda kaybetme korkusu yaşatır.  Paylaşmasını, vermesini beklediğimiz her bir durum ( giysi, yiyecek, dışkı v.s ) onun gerek geri alamayacağı korkusundan gerekse sahiplenme duygusunu tehdit edeceğinden son derece kaygı vericidir. Dolayısıyla bu durumda tepki gösterip vermek istemediğini hissettirecektir  takii sahiplenme duygusu doyurulup,  değerli olduğu hissettirelene dek.
Paylaşma duygusu doğuştan gelmeyen sonradan gözlem yaparak taklit yoluyla kazanılan özelliktir. Sosyal bir çocuk olsun kaygısıyla çocuk hazır olmadan paylaşmaya zorlamak, tehdit etmek, zorla elinden almak, kızmak, cezalandırmak psikolojik açıdan son derece travmatik bir etki yaratır,  paylaşmaya karşı direnç oluşacağından davranışın kazanılmasını zorlaşır,  çocukta güvensizlik, korku doğurur.  Bu nedenle,  paylaşma davranışı kazandırılırken ilk yapılacak iş  sahip olduklarının  kontrolünün kendisinde olduğu bilinci uyandırmaktır.  Bunlar senin istersen verirsin, başkaları da sana isterlerse verirler gibi.  Sonraki aşamalarda kendi seçtiği çoklu parçalı nesneleri paylaşarak,  paylaşım davranışı geliştirmeye başlayabiliriz. Bunlardan hangilerini bana, arkadaşına v.s vermek istersin? Sarı mı, yeşil olanı mı?” gibi. Bu şekilde sorulunca çocuk, sahip olduğu nesneler üzerinde hala kontrolünün olduğunu   bilir.  Seçim yapma ve karar verme hakkına sahip olmak, paylaşmayı kolaylaştırır, endişesini azaltır. 
Okulöncesinde öğrenme daha çok taklit ederek gerçekleştiğinden gerek evde gerekse dış ortamda çocuğa  yada çevresindeki kişilerin  birbirine olan yaklaşımları  çocuk için çok etkili olmaktadır. Ben-merkezci ve sahiplenici davranış sergileyen, çocuğun sosyal gelişimine yardımcı olmak için diğer çocuklarla bir arada bulunmasını sağlamak çok önemlidir.   Özellikle kendisinden yaşça büyük çocukla birlikteliğinde onun davranışlarını örnek alacağından ( daha paylaşımcı, hoşgörülü, anlayışlı, koruyup kollayan, konuşarak kendini ifade edebilen ) farklı yaş gruplarının bir arada olduğu ortamlar gelişimi için çok fayda sağlamaktadır. Böylece çocuk, sahip olunan bir şey başkasına verildiğinde geri alınabildiğini, bunun onun hakkı olduğu  ve paylaşım sayesinde karşılıklı bir güven ve işbirliği kurulabildiğini görecektir.
Çocukla oynanacak ‘aldım –verdim oyunları, yetişkin-çocuk arasında güvenilir bir ortamda paylaşmanın öğrenilmesini kolaylaştırır. İstenen oyuncağı verdiği zaman saçını okşama,  gülümseme, teşekkür etme gibi olumlu pekiştireçler kullanılırsa,  onaylandığını anlayacak, kendisine ait olanı  kaybetmemiş olduğunu görecektir.  Birde çocuğun bazı şeyleri paylaşmaması gerektiği de bilmesinde yarar vardır. Sırf başkalarını mutlu etmek için hiç  istemediği halde kendisinin çok özel gördüğü bir  eşyayı, yiyeceği v.s kendine saklamayı bilmesi gerekir. Yapmak istemediği bir şeye hayır diyebilmeyi öğrenmesi gerekir.  Biz yetişkinler bile irademiz dışında bizden alınanlara  yada sırf birileri istedi diye  bir büyüğümüz tarafından “ aman veriver, yapıver  ne olacak ”diye eleştirildiğimizde  öfkelenip önemsenmediğimizi hissederiz. Onun için paylaşma kavramı çocuğa öğretilirken, neyi, nasıl ve ne zaman paylaşması gerektiğini anlayacağı örnek davranışlar sergilemeliyiz.
Paylaşım konusu bazen kardeşler arasındaki çatışmaların zeminini oluşturabilir. Küçük kardeşi ağlıyor diye elindeki oyuncağını vermek zorunda kalan çocuk, kendi haklarına kimsenin saygı duymadığı düşünecek, başkalarının duygularının kendisininkilerden daha önemli olduğu bilinci oluşacak, benlik duygusu gelişemeyecektir. Buda onu mutsuzluğa itecektir.
Çocuk bulunduğu ortamda fark edildiğini,  kendisine seçenekler sunulduğunu, fikirlerine önem verildiğini, kendine ait sahiplenecekleri ve isterse paylaşacakları  olduğunu bilirse  varlığının  kabul edildiğini düşünür bununla birlikte kendini daha fazla güvende hisseder böylece konuşurken araya girme, her hangi bir neden karşısında ağlama, öfkelenme,  inatlaşma, kendine ait olanları paylaşamama  gibi  bende varım davranışlarını  daha az sergiler olacaktır. Başkalarını dinleme, yardımlaşma, paylaşma, dayanışma gibi becerilerin ödüllendirildiği bir çevrede sosyalleşmesi  çok daha kolay olacaktır. İlkokul yaşına gelmesine rağmen paylaşma davranışı çocuk için hala kriz doğuruyorsa bir uzmandan yardım almakta fayda vardır. Çünkü çocuğun doyurulmamış bir yönü bu sayede tespit edilerek gereken destek sağlanmış olur.
ÇOCUKLAR VE ŞİDDET
Çünkü hala yaramız kanıyor ve çocuklarımız  çeşitli eğitim- öğretim  teknikleriyle donatılan biz öğretmenler tarafından bile  öğretileni  anlayamadığı için  ( tarihe karışmış öğretme tekniklerinin  dışına çıkamadıkları için  )   aşağılanmakta, tehdit edilmekte, şiddete maruz kalmaktadır.
Oysa  çocuklarımızın  terbiye edilmesinde ne kadar travmatik olduğu düşünülmeksizin "geleneksel terbiye ve disiplin" adı altında meşrulaştırdığımız  şiddeti hala  kullanıyor  olmak  ancak  bizlerin acizliğini göstermektedir. Kaldı ki bu şiddet, fiziksel saldırganlıkla sınırlı değildir. Onların duygularını incitme, sözcüklerle, hareketle ya da dışlama yoluyla güven ve özsaygısını sarsmak da şiddetin başka bir biçimidir.
Bilindiği gibi güç kullanma  kendimizi savunmada son derece önemli bir faktördür. Hayatta kalabilmek için kazanılmış çok doğal, iç güdüsel bir dürtüdür.  Eğer saldırgan olamazsak kendimizi veya sevdiklerimizi, koruyamaz, savunamazdık. Fakat ne zaman bu doğal dürtü kontrolümüz dışında  bizi  eyleme geçirirse   o zaman  sorun olur  şiddete döner ve kabul edilemez olur. Bizlerde  bu mekanizmayı yöneten  beynin frontal korteks bölgesi olup  duygusal  tepkilerimiz için bilgi toplamada ve "dur, işler göründüğü gibi değil, geri adım at ve tekrar düşün" diyerek bireylerin otokontrol sağlamasında rol oynar. Kişinin  bu noktada sorunu varsa  uyaranları  doğru algılaması  ortadan kalkar. Dolayısıyla yaşadığı  olayla ilgili olarak türlü, türlü korkular yaşar (ölüm, kaybetme, zarar görme, başarısızlık, değersizlik, kabul edilmeme, onaylanmama, acizlik, yetersizlik v.s ) yaşadığı durumu bir tehdit olarak değerlendirip  sağlıklı  düşünemez ve dolayısı ile  saldırganlığı kullanır hale gelir. Hele de çocukluğumuzda bir sorun karşısında saldırgan  davranışlar sergilemiş kişiler modelimiz olduysa bu davranış kalıbı kuşaktan kuşağa  devam eder durur. Hangi mevkide hangi iş kolunda olursak olalım,  daha da önemlisi doğru davranışlar sergilemek toplumu  aydınlatmak, çocuklarımızı geleceğe hazırlamak misyonunu üstlenmiş eğitimciler bile olsak ne yazık ki  aynı  kontrolsüzlüğü sergiler oluruz. En acısı da yavrularımızın korunup kollanmasından birinci derece sorumlu olan biz ebeveynler bile sonradan  içimiz yansa da   en değerlilerimize şiddet uygulamada başı çekmekteyiz. Oysa başka birisi bizim yaptığımızın binde birini yapsa hemen karşısına dikilir hesap sorarız bu aile üyelerinden biri bile olsa.
Fiziksel, sözel v.s şiddetin her türlüsü çocuğumuz için travmatiktir. Sadece kendisine değil çevresindeki birine de uygulandığını görmesi aynı travmayı yaratır. Bunu anlamak için uzağa gitmeye gerek yok mutlaka bir dönem  hepimiz şiddete uğradık ya da o ortamda bulunduk. Yaşadığımız duyguları eskide kalsa da bugün bile  aynı biçimde hissederiz. Az yada çok sözel yada fiziksel hiç fark etmez şiddeti uygulayanın adı geçince bile içimiz titrer. Onu hatırlatan kişi, durum, olay her neyse bizde aynı olumsuz duyguları yaşatır.
Şiddetin olduğu ortamlar çocuğun korkmasına, kaygılanmasına, kendine ve çevreye olan inancını güvenini yitirmesine, kendini değersiz, başarısız,  aşağılanmış hissetmesine dolayısıyla bu durum ya silik bir karakter geliştirip  geri adım atmasına, duygu ve düşüncelerini ifade etmekten  kaçınmasına, istemediklerini kabul  eder hale gelmesine yada öfkeli, saldırgan, agresif bir kişilik sergilemesine neden olacaktır. Kısacası  ruhsal, bedensel, zihinsel gelişimi  sekteye uğrayacaktır.  Tabiî ki gelecekte şiddete meyilli bir yetişkin olması kolaylaşacaktır. Bu nedenledir ki  her kim nerede ve nasıl  şiddet uyguladığına bakılmaksızın  asla ve asla davranışı görmezden gelinerek  beslenmemeli,  ciddi yaptırımlar uygulanmalıdır. Çünkü gördüğümüzü sandığımız zarar  aysbergin  görünen ucu kadardır. Kimsenin kimseye bunu yapmasına izin verilmemelidir.  Hele de bu tamamen masum, savunmasız,  biricik yavrularımızsa.
ÇOCUKLAR NEDEN AĞLAR ?
       Böylece  ağlayan bebeğin bir ihtiyacı olduğunu anlar onun ihtiyaçlarından doğan sıkıntılarını giderebiliriz..  Oysa bebeklik döneminden çıkmış çocuklarımızın isteklerini hala ağlayarak belirtmeleri biz yetişkinlerin çocuğa hatalı bir yaklaşım sergilediğimizin göstergesidir.
Çünkü sağlıklı gelişim sergileyen bir çocuğun konuşmaya başladıktan sonra,  isteklerini konuşarak bildirmesi gerekir. Çocukların ağlamaları karşısında takındığımız tutum onların konuşarak mı yoksa ağlayarak mı kendini ifade etmesini öğrenmesi açısından son derece belirleyicidir. Çocuğun bir isteğini yapmadığımızda ağlamaya başlıyor ve daha sonra o isteğini yapıyorsak çocuğa “senin isteğini yapmam için ağlaman gerekiyor” mesajını vermiş oluruz. Bu duruma alışan çocuk da tüm isteklerini ağlayarak yaptırır çünkü ona böyle davranması gerektiğini yanlışta olsa biz öğretmiş olmaktayız
Yetişkinler çocuklarının isteklerini ya hemen kabul edecekler ya da hiçbir şekilde kabul etmeyeceklerdir. Bir gün izin verdiğimizi bir başka gün sınırlamamız, ya da birimizin hayır olmaz dediğine diğerimiz evet diyorsa bu davranışımız onun kafasını daha çok karıştırmış olmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Çocuklar ne kadar ağlarsa ağlasınlar, kararımızdan dönmemeliyiz. Ancak bu şekilde çocuğumuzun ağlamalarını önlemiş oluruz. Onun duygusal gelişimi için bu şarttır. Çocuklarda “ne yaparsam yapayım, anne ve babamı kararından vazgeçiremem” düşüncesini oluşturmalıyız.  Bu durum çocuğun istenmeyen bir davranışı durdurulduğunda olduğu gibi alışveriş, beslenme, anne babanın arkasından ağlama, sahiplenme isteği, fizyolojik ihtiyaçları gibi tüm beklenti durumlarında geçerlidir.  İsteği yerine gelmeyen çocuk ağlamaya başlıyor ve ‘Hadi bu seferlik isteğini yapayımda sussun diyorsak  çocuğumuza  gözyaşının gücünü kullanmayı ve isteklerini ağlayarak yaptırmayı öğretmiş oluruz.. Bu durum daha sonralarıda kesinlikle devam edecektir. Bu durum ağlamalardan daha da önemlisi kendisini güvende hissetmesini zedeleyecektir.
Bu yanlış tutumun değişmesi için çocuğun rahat bir anında isteklerini ağlayarak belirttiğinde seni anlayamıyorum, oysa konuşarak isteğinde rahatça anlıyorum diye belirtmeliyiz. Eğer yapabileceğim bir şey ise hemen yapacağım ama yapılmayacak bir şey se ağlasanda yapmayacağım gibi konuşmalar ağlama krizleri giderme açısından çok fayda sağlayacaktır. Fakat o güne dek ağlayarak her isteğini gerçekleştirmeye alışan çocuğumuz bu sözlerimizin kesinliğini anlayana dek bizi birkaç kez test edecektir. Konuşarak isteklerini belirttiğinde aferin senin konuşarak istemeyi başarabileceğini biliyordum diyerek onu motive edici konuşmalar yapmanız bu davranışını onun yanında başkalarıyla da paylaşmamış davranış kazandırmada çok fayda sağlayacaktır. Tabi bu davranışı çocuğun çevresindeki herkesin yapması,  ağlama davranışına karşı herkesin aynı yaklaşımı göstermesi gerekmektedir. Bizlerin bu konudaki tutarlı ve kararlı oluşu çocuğumuzun ağlayarak isteklerini yaptırmasını önleyecektir.
Ayrıca ağlayan çocuğa  “ağlama” deme ya da ağladığında ilgi gösterme, kucağa alıp ‘Ne oldu sana, gel bakayım, kim ne dedi sana, kim kızdı sana, ağlama sen, ben kızarım onlara vb.’ şeklinde sözler söylenmesi yine çocuğun ağlamasını pekiştirir, isteklerini ağlayarak yaptırmayı öğretir.
Bir çiçek açmak için sizi bekliyor...
Bir ailenin aile olabilmesi için sizce gereken en önemli unsur ne olabilir? Ya bir kadını mutlu edebilecek en güzel hediyehangisidir? Ya bir erkeğin hayatını anlamlı hale getirebilecek, ona yaşamının en tatlı sorumluluğunu getirecek olan nedir? Peki birçocuğun ağzından sevgisinin belirtisi olarak çıkan ve kalbimizin derinliklerinde yer bulan ilk sözcükler nelerdir?
     Hiç bir kimsesiz çocukları yetiştirme yurduna gittiniz mi? Gitmediyseniz biz size içeri girdiğinizde ilk karşılaşacağınız manzarayıanlatalım. Yaşları ikiyle altı arasında değişen bir grup kızlı erkekli çocuk sizi gördükleri anda toplu olarak size koşar. Küçük olanlarboyları yetmediği için bacağınıza sarılırken diğerleri özellikle vücudunuzun elbiseyle kapanmayan yerlerine dokunmaya çalışırlar.Elleriniz kollarınız, yüzünüz bir anda küçük ellerle kapanır. Ve hep bir ağızdan “anne” ya da “baba” diyerek size sarılmaya ve özelliklesıcak teninize dokunmaya çalışırlar.
    Evet onlar anne babası olmayan, devlet yurtlarında fiziksel olarak çok iyi bakılsalar da anne baba sevgisine hasret olan kimsesizçocuklardır. Hem kendinizi hem de sevgi bekleyen bu çocukları mutlu etmek istemez misiniz? Bunun çok güzel bir yolu var. Tabi çokkolay değil; zaman ve özveri isteyen bir süreç. Ama sonunda elde edilecekleri düşününce sizce bazı zorluklara değmez mi?
Otoriter Ana Baba Tutumu
Otoritenin kişi için önemli olduğunu ve çocuk yetiştirmede otoriter bir yaklaşıma değer verildiğini gösterir. Otoriter tutumun en önemli öğesi denetimdir. Anne-baba çocuğun tüm davranışlarını sıkı bir şekilde denetler. Her zaman çocuktan daha baskındır. Çocuk ise uysal ve söz dinleyen rolündedir. Bu tutumda çocuğun haklarına, kişiliğine, isteklerine, bireyselliğine yeteri kadar saygı gösterilmez. Otorite bir aile ortamında büyüyen çocuklar genellikle, bağımlı, güvensiz ve pısırık çocuklardır.
Bu bilgilerden yola çıkarak, ilk toplumsallaşma kurumu olan aile içinde ana-babaların çocuklarına karşı olan tutumları çocuğun tüm gelişiminde etkili olduğu kadar ona ilk gelişim ve deneyim fırsatları tanınması açısından da etkilidir. Ana-babalar çocuklarına karşı farklı durum ve zamanlarda farklı tutumlar sergileyebilmektedirler.
Sıkı eğitim uygulayan an-baba, çocuğu kendi tasarladığı bir kalıba göre yoğurmak amacı güder. Çocuk sürekli bir denetim altındadır. En küçük yanılgıları  ve yaramazlıkları gözden kaçmaz, hemen üstünde durulur ve düzeltme yoluna gidilir.
Bu tip ana-babalar katı kurallar koyup, bu kuralların uygulanması için çocukları zorlarla, sık sık zorlama bu zorlama öfke, bağırma ve fiziksel cezalandırmayla yapılır.
Eğitimde ceza önde tutulmuştur. Suçla orantısızdır. Ceza aileden aileye değişirse de amaç aynıdır. Çocuk ne pahasına olursa olsun yola getirilmelidir, kimi evde bu dayakla kimi evde de ayıplama, suçlama ve korkutmayla sağlanır. Kimi evde de sert bir bakış yeterlidir.disiplin bunaltan, sıkan bir giysi gibi çocuğu sıkar, ona tanınan haklar en aza indirilmiştir. En doğal hakları bile ona usluluğunun karşılığı olarak sunulur. Sürekli ders çalışması hep iyi notlar alması istenir.
Çocuk ana-babasının eleştirisinden çekinir, attığı her adımda yanlış yapma korkusu içine düşer. Duygularına ve isteklerine önem verilmediğini görerek bunları içinde tutmaya çalışır. Çocukla an-babasının ilişkisi gergindir. Oyundan birkaç dakika gecikerek eve gelmek büyük sorun olur. Üstünü kirletmemeli,yemeğini son noktasına kadar yemeli, dakika geçirmeden yatağına yatmalıdır.
Anne-babadan birisinin ya da her ikisinin baskısı altında kalan çocuk nazik, dürüst ve dikkatli davranmasına karşın, çekingen, başkalarının etkisinde kalabilen aşırı hassas bir kişilik yapısına sahip olabilir.
“Asi” çocukların ana-babaları, otoritenin doğal bir yeri, özel bir yetenek olduğuna inanırlar. Eğer birisi bu yetenekten yoksun bulunuyorsa yapacak bir şey yoktur. Böyle yetenekli çocukları çekememekten kendilerini alamazlar, bu anne babalar yanılgı içindedirler. Otoriteyi her aile kurar. Bu da fazla zor bir şey değildir.
ENGELLİ ÇOCUKLAR VE OYUN

ZİHİNSEL ENGELLİ ÇOCUKLAR
Zihinsel Engel: Doğum öncesinde, doğum anında ve sonrasında çeşitli nedenlere bağlı olarak merkezi sinir sisteminde, daha doğrusu beyinde meydana gelen tahribatlar sonucu, beyin fonksiyonlarındaki yetersizlik veya bozukluk durumudur. (Oymak,1998:9)
Bazı araştırmacılar, zihinsel engelli olan ve olmayan çocukların oyun türü ve düzeylerini karşılaştırmışlardır. Zihinsel engelli olan ve olmayan çocuklar takvim yaşlarına göre karşılaştırıldıklarında, zihinsel engelli çocukların işlevsel oyun, yalnız, sembolik oyun gibi daha alt düzeydeki oyunlara yönlendikleri gözlenmiştir. Fogel ve Melson (1987), zihinsel engelli okul öncesi çocukların oyunlarının, engelli olmayan yaşıtlarına göre daha az aktif, daha az esnek ve sembolik olduğunu bulmuşlardır. Zihinsel engelli olan ve olmayan çocuklar zeka yaşlarına göre karşılaştırıldıklarında ise iki grubun oyunlarının türü ve düzeylerinin farklılaşmadığı görülmemektedir. Aynı türde yada düzeyde oyun organizasyonları aynı zeka yaşında ya da aynı gelişimsel yaşta görülebilmektedir. Engelli olmayan çocuklarda olduğu gibi zihinsel engelli çocuklarda da sembolik oyunun ortaya çıkmasının en temel koşulu zeka yaşının 20 ay olmasıdır. (özenmiş,2000, s.27)
Zihinsel Engelli çocukların beyin fonksiyonlarındaki yetersizlikten dolayı bilişsel, bedensel ve sosyal alanlarda bazı sıkıntılar yaşamaktadırlar. Oyun ile bu çocuklarımızın; kapasitelerini en üst düzeyde kullanmalarını sağlayabiliriz. Oynanan oyunlar ve kullanılacak oyuncaklar çocuğun seviyesine uygun olarak seçilmelidir. Karmaşık ve çocuğun anlamayacağı oyunlar ve oyuncaklar seçilmemelidir. Oyun ve oyunda kullanılan oyuncakları reddeden engelli çocuğun hemen pes etmemesi için destek olunmalı ve gerektiğinde model olunmalıdır. Çocuğa model olduktan sonra aşama aşama oyunun hakimiyeti çocuğa bırakılmalıdır.
Özel Eğitime yeni başlayan ve tüm ürkekliği ile sizi reddeden bir çocuğun ,ilgisini çeken bir oyun-oyuncak ile çocukla aranızda kurulmuş olan buzdan duvarları eritebilirsiniz.
Bir çok engel grubu gibi Zihinsel Engelli çocukların eğitiminde de oyunun çok önemli bir yeri bulunmaktadır. Kavramlar (renk, sayı vb.), özbakım becerileri (el-yüz yıkama, soyunma-giyinme vb.), dil ve konuşma becerileri (obje sürekliliği, taklit etme, sıra alma, dinleme,vb.) kazandırılırken oyun ve oyuncaklar en iyi yardımcılarımızdır ve işimizi oldukça kolaylaştırırlar. Oyun ile zihinsel engelli çocuklar paylaşmayı, iletişim kurmayı, sosyalleşmeyi, kurallara uymayı öğrenirler.
DOWN SENDROMLU ÇOCUKLAR
Down Sendromu: İnsan vücudunda normalde 23 ü anneden 23 ü babadan olmak üzere 46 kromozom bulunmaktadır. Down Sendromlu çocuklarda 21.kromozomun 3 adet olmasından dolayı toplam 47 kromozom bulunmaktadır. Kromozom sayısının 47 olması genetik bir farklılıktır.
Beeghly ve ark. (1989) Down sendromlu çocukların oyunlarının gelişimsel sırasının ve yapısının engelli olmayan yaşıtlarına oldukça benzer olduğunu vurgularken; Down Sendromlu çocukların engelli olmayan çocuklar ile takvim yaşlarına göre ya da zeka yaşlarına göre eşleştiren bazı araştırmalarda, Down sendromlu çocukların engelli olmayan çocuklara göre nesneye daha fazla baktıkları ve keşfetme davranışının daha az olduğu vurgulanmaktadır. (Akt. Ruskin, Mundy, Kasari ve Sigman, (1994) Erken yıllarda Down Sendromlu çocuklarda dikkat gelişimini inceleyen araştırmacılar, bu çocukların oyuncaklara bakma ve keşfetme davranışlarında güçlükleri olduğunu bulmuşlardır. Yaşadıkları bu dikkat yetersizliği Down Sendromlu çocukların erken sosyal etkileşimlerini ve bağımsız oyunlarını olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Yaşamın ilk bir iki ayında engelli olmayan çocuklar iletişimin en erken yoluyla, anneleri ile etkileşimde bulunmakta, yaklaşık 6 ay civarında oyuncaklara olan ilgileri artarken , bu çocukların anneleri ile olan etkileşimleri yüz yüze olmaktan çıkarak oyuncak merkezli hale gelmektedir. Down sendromlu çocuklar ise dikkat yetersizliğine bağlı olarak , yüz yüze ve oyuncak merkezli etkileşimde güçlükler yaşamaktadırlar. (özenmiş,2000, s.29-30)
Down sendromlu çocuklar fiziksel görüntüleri ve dildeki gecikme ve yetersizlikten dolayı her ortamda kendilerine oyun arkadaşları bulamayabilirler. Dikkat eksikliğinden dolayı oyunlardan çok çabuk sıkılıp oyunu bırakabilirler. Oyunlardaki arkadaş ortamının oluşması için aileler ve eğitimciler çocuklara rehberlik etmelilerdir.
OTİZM VE OTİSTİK ÇOCUKLAROTİZM: Otistik sendrom, değişik edinsel ve gelişimsel nedenlere bağlı olarak, 3 yaş öncesinde çocuklarda ortaya çıkan, sözel ve sözel olmayan iletişim, sembolik etkinlik, oyun ve sosyal ilişki alanlarında bozukluk ve stereotipiler ile karakterize olan bir bozukluktur. (Aydın,2003:18)
Otistik, zihinsel engelli ve engelli olmayan çocukların oyun türü ve düzeylerini karşılaştıran araştırmalardan biri DeMeyer tarafından 1967 yılında yapılmış ve yaşları 2 ile 7 arasında değişen 30 otistik ve 30 engelli olmayan çocuğun yaşa uygun oyun davranışları karşılaştırılmıştır. Bu çalışma sonucunda, engelli olmayan çocuklar yaşlarına uygun oyun davranışları gösterirken, otistik çocukların oyunlarının stereotip bir nitrlik gösterdikleri ve oyuncakları keşfetme ve işlevsel olarak kullanma yerine ağza alma, çevirme ve yere vurma gibi tekrarlı davranışlar sergiledikleri bulunmuştur. (Akt. Wulff, 1985) Araştırmaların çoğunda otistik çocuklar zihinsel engelli ve engelli olmayan çocuklarla zeka yaşına göre eşleştirildiğinde, otistik çocukların serbest oyun ortamında nesnelerle keşif davranışlarını diğer iki gruba göre daha az kullandıkları bulunmuştur.
Otistik çocukların sembolik oyun yetersizliklerinin taklit yetersizliklerine bağlanarak açıklanmaya çalışılmasının yanı sıra, bu çocukların bilişsel, duygusal ve sosyal işlevlerinin engelli olmayan çocuklarda olduğu gibi bir bütünlük içinde çalışmadığı vurgulanmaktadır. (özenmiş,2000, s.31-32)
Otistik çocuklar çoğunlukla grup dışında bireysel oyunlar ile zamanını geçirirler. Bireysel oyunlarında kullandıkları oyuncakları genelde amacına uygun kullanmayabilirler. (Örneğin oyuncak arabayı ters çevirip tekerlerini döndürmek, verilen oyuncakları birbirine vurarak ses çıkarttırmak, oyuncağı döndürüp izlemek gb.) Aynı zamanda bir çok otistik su ile oynamayı sevmektedir. Tercih ettikleri oyuncaklar renkli, hareket eden, görsellikleri ön planda olan oyuncaklardır. Hayal gücüne dayanan oyunları hayal güçleri yeterince gelişmediği için oynayamazlar. Görsel hafızaları iyi olan otistikler yapbozlar ve inşa gerektiren oyunlara ilgi gösterirler. Taklit etmeye dayalı oyunları oynarken zorlanırlar. Bazı Otistik çocuklar bilgisayar oyunlarını sevebilirler. Ancak bu oyunlar çocukta saplantı haline gelebilir ve aile için sıkıntı yaratabilir anne babaların buna dikkat etmesi gerekir.
GÖRME ENGELLİ ÇOCUKLAR Bu çocukların diğer engel gruplarındaki ve gören çocuklara göre oyunlarında anlamlı bir gecikme olduğu vurgulanmaktadır. Görme engelli çocuklar, özellikle duyu-motor gelişim ve sembolik oyunda gecikme yaşamaktadırlar. Gören yaşıtları üst düzey oyun türlerine yönelirken görme engelli çocuklar, oyuncaklar ile ses çıkaran etkinliklere odaklaşmaktadırlar.
Bugün olumlu şartlar oluşturulduğunda görme engellilerin imkanları ölçüsünde oyunlara katıldıkları bilinmektedir. Yaşamın ilk yıllarından dokunma duygusunu geliştirici oyunlar oynanır. Daha sonraki süreçlerde satranç, hafıza oyunları, üçer kişilik iki takımla içinde zil bulunan bir topla oynanan torball isimli oyun bunlardan sadece bir kaçıdır. Aynı zamanda hareket gerektiren oyunlar bu çocukların kaslarının gelişimi için çok önemlidir. Bir çok kez bahsettiğimiz gibi, aile bireylerinin çocuklarını iyi tanımaları onların ilgi alanlarını iyi tespit etmeleri bu yönde oyunlar seçmeleri ve bu oyunların oynanması için onları cesaretlendirmeleri gerekmektedir.
İŞİTME ENGELLİ ÇOCUKLAR
Sosyal oyun davranışlarına bakıldığında işitme engelli çocukların işiten çocuklardan daha fazla yalnız oynadıkları, işiten çocukların ise işbirlikçi oyunu tercih ettikleri ve paralel ya da katılımcı oyun gibi etkileşimin en az düzeyde kullanılabildiği oyun türlerinde iki grubun farklılaşmadığı bulunmuştur. Bilişsel oyun davranışlarına bakıldığında ise, işitme engelli çocukların zamanlarının büyük bir kısmını inşa oyununa harcadıkları, işiten yaşıtlarının ise zamanlarının büyük bir kısmını işlevsel ve sembolik oyunla geçirdikleri görülmüştür. (özenmiş,2000, s.33)
İşitme engelli çocuklar bir çok oyuna katılmaktadırlar. İşaret dilini öğrenen çocuklar büyük oranda toplumsal hayata uyum sağlamaktadırlar. İşitme engelli çocuklar görselliği ön planda olan oyunları tercih ederler. Yaşıtları ile oynarken gerekli güven duygusu kazanılmamış ise oyunlarda çekingenlik gösterebilirler.
BEDENSEL ENGELLİ ÇOCUKLAR
Bedensel engelliler engellerinin el verdiği ölçüde oyunlara katılırlar. Hareket engeli olan bebekler çevrelerine ilgi göstermeyebilirler.Bu durumda bebeğin daha çok uyarılmaya ihtiyacı vardır. Görerek ,dokunarak,işiterek ve tadarak oynayabileceği oyunlar –oyuncaklar tasarlanabilir.( içinde farklı nesnelerin olduğu dokunma torbaları,ışıldak, değişik sesler çıkaran ziller, çıngıraklar, minik ritm araçları,ağza alınabilecek emebileceği ısırabileceği farklı dokulardaki nesneler vb.) Kaslarının gelişimini destekleyici oyunlarda hareket engeli olan çocuklar için çok faydalı olabilir(küvette suyla oynanan oyunlar,oyun hamuru ile oynanan oyunlar,bul taklar,iç içe geçen kovalar vb.) Çocuğunuz ile oynayacağınız taklit oyunları çocuğunuzun dikkatini artırarak öğrenmesini hızlandıracaktır. Konuşma problemi olan çocuk ile ayna karşısında dil, dudak, çene egzersizleri çocuğun konuşma organlarının işlevselliğini artıracaktır.
DİKKAT EKSİKLİĞİ VE HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU OLAN ÇOCUKLARHiperaktif çocuklar gerek çok hareketli olmaları gerekse dikkatlerinin çok çabuk dağılmasından dolayı grup oyunlarına gereken ilgiyi göstermeyebilirler. Grup oyunlarına çok ilgi göstermeyen Hiperaktif çocuklar ilgisini çeken oyunlara saatlerini verebilirler. (Örneğin Bilgisayar Oyunları) Daha çok bireysel oyunları oynayan Hiperaktif çocuklar dikkatleri kolay dağıldığı için sık sık oyun değiştirirler.
Doğumumuzla birlikte hayatımıza giren oyun ömrümüzün sonuna kadar bize eşlik eder. Oyun engelli çocukların hayatında da çok önemli bir yere sahiptir. Engelli çocuklar zor ve karmaşık oyunları oynamaktan çekinirler. Bunun yerine karmaşık olmayan basit oyunları tercih ederler. Tercih edilen oyun ve oyuncaklar engelli çocuğun zeka seviyesine, engel durumuna göre farklılık gösterir. Engelli çocuklar engelinin el verdiği ölçüde oyunlar oynarlar. Engelli çocuklar basit oyunları tercih ederler bu basit oyunlar oynandıkça kendilerine olan güven duyguları gelişir. Kendine güvenen çocuk daha karmaşık oyunları aşama aşama oynamaya başlar. Bu çocukların oyunlarda her zaman olduğu gibi en iyi yardımcısı aileleridir. Aile çocuğunun kapasitesini bilmeli ve seçilecek oyunları-oyuncakları bu yönde belirlemelidir. Çocuğunu cesaretlendirmeli gerektiğinde fiziksel yardım ile destek olmalıdır. Özellikle bazı engel gruplarında sosyal oyunlar çok önemli olduğu için aileler çocuklarının sosyal oyunlar oynaması için ortamlar oluşturmalı çocuklarını bu yönde desteklemelidirler.
OYUNUN ENGELLİ ÇOCUKLARA KAZANDIRDIKLARI
• Dikkatinin ve farkındalığının artmasını sağlar
• El – Göz koordinasyonunun gelişimine katkıda bulunur.
• Birikmiş enerjisini kabul gören bir şekilde atmasını sağlar.
• Kavramları daha kolay öğrenmesini sağlar.
• Özbakım becerilerini daha kolay öğrenir.
• Çocuğun kendine olan güven duygusu gelişir.
• Problem çözmeyi daha kolay öğrenir.
• İlgi ve yetenekleri daha objektif değerlendirilir.
• Oyun hamuru, kil gibi malzemeler kullanılarak yapılan oyunlar çocukların el kaslarını gelişmesine yardımcı olur.
• Kurallara uymayı öğrenir.
• Oyun ve oyuncaklar sayesinde sorumluluk almayı öğrenir.
• Dil gelişimine katkıda bulunur.
• Daha kolay iletişim kurar, paylaşmayı öğrenir.
• Çocuğun daha az problem davranışlar sergilemesini sağlar.
• Öğrendiklerini pekiştirir.
• Çocuklar oyun yolu ile yansıtamadığı duyguları yansıtarak içsel durumları hakkında bilgi verirler.
• Eğitime yeni başlayan engelli çocuğun kaygıları oyun ile ortadan kaldırılabilir
Yaramazlık nedir?
Dünyayı anlamlandırma çabası içinde olan çocukların davranışları bir dereceye kadar normal kabul edilir. 4-6 yaş arası sosyal kuralları ve sınırları öğrenen çocuğun, ilkokula başlamasıyla beraber yaramazlık olarak nitelendirilen davranışlarında azalma görülür. Fakat bu davranışların çocuğun doğasından kaynaklandığı göz ardı edilerek yanlış davranışlarla pekiştirilmesi, çocuğu gerçek bir yaramaz haline gelir.
Yaramazlık bütünüyle çevresel faktörlerden kaynaklanan bir saldırı davranışıdır. Bu saldırı çoğu zaman vurma, kırma, dökme gibi dışa dönüktür. Fakat yaratılıştan sakin yapıya sahip olan çocuklarda bu saldırının parmak emme, tırnak yeme gibi içe dönük olduğu görülmektedir.
Yaramazlığın sebepleri

1- Dikkat çekme: Olumlu tavırlarıyla ilgi göremeyen çocuk büyük bir huzursuzluk yaşar. Kendi varlığının önemsenmediğini düşünür ve yaramazlığa yönelir. Böylece istediği ilgiyi olumsuz da olsa elde etmiş olur.
2- Otoriteye baş kaldırma: Her anlamda baskıcı olan ailelerde yetişen çocuklar, yaşadıkları sıkıntıyı yaramazlıkla dışarı atarlar.
3- Öç alma: Fiziksel ya da sözlü şiddete maruz kalan çocuklar, yaramazlık yoluyla çevrelerinden intikam almak isterler. 'Madem beni sevmiyorlar, o zaman benden nefret etsinler' anlayışı çocukta hâkimdir.
4- Tutarsız aile tutumu: Sürekli çocuk memnuniyeti için gayret sarf eden aileler tutarsız bir tutum sergilerler. Çocuğun iyiliği için koydukları bir kuralı, yine çocuklarına iyilik yapma gerekçesiyle kendileri bozarlar. Bu durumu fark eden çocuk, yaşanan belirsizlik içinde yaramazlığa yönelerek kendi kurallarını kendi koymak ister.
5- Güven bağının iyi kurulamaması: Bebeklikten itibaren başta anne olmak üzere aile bireyleriyle sağlıklı bir güven bağı kuramayan çocuk, yaşadığı duyguları saldırganlıkla dışa vurur.
Hangi durumlarda çocuk daha fazla yaramazlık yapar?
Ebeveynden herhangi birisinin uzun süre evde bulunmayışı (şehir dışı, yurt dışı, hatta işten geç dönme dahi olabilir) çocuğa büyük bir özlem yaşatır. Anne ya da babayla kurulamayan yeterli iletişim özlemle birleşince çocuktaki yaramazlığın artmasına sebep olur.
Anne - babası ayrılmış çocuklarda yaramazlık oranı diğerlerine göre daha fazladır. Özellikle evde dede, nine gibi bir büyüğün olmayışı çocuğun kendisini daha da yalnız hissetmesine ve saldırgan davranışlar sergilemesine yol açar.
Yaramaz çocukla baş etmek için neler yapılmalı?

Öncelikle çocuğun yaramazlık yapmasına sebep olacak davranışlardan kaçınılmalıdır. Örneğin, çocuğun dikkat çekmek için yaramazlığa başvurmasına fırsat vermeden, yeterli ilgi ve özen gösterilmelidir.
Ceza vermek çözüm olur mu?

Anne - babaların yaramaz çocuklarla baş edebilmek için en sık kullandıkları yöntem cezadır. Bu yöntem çok sık uygulanmakla beraber hiçbir zaman çözüm olamamaktadır. Sürekli cezalandırılan çocuk, artık bunu yetişkinlerle bir iletişim şekli olarak düşünür ve tekrarlanmasını ister. Böylece istenmeyen davranış pekişmiş olur. Doğru olan çocuğa tercih hakkı sunmaktır. Bu tarz davranışları yaptığı takdirde çok sevdiği bir şeyden mahrum edileceğini bilmelidir. Ör. Yaramazlık yapması halinde parka gidemeyecektir. Yoksa yaramazlık yaptıktan sonra, 'senin cezan bu' demek bizi hiçbir sonuca ulaştırmaz.
Çocuklarda doğdukları andan itibaren belirgin bir şüphecilik görülür. 'Acaba annem, babam beni bırakır mı?' şeklinde korku yaşarlar. Bu huzursuzluğun da yaramazlığa sebebiyet verdiği anlaşılmıştır. Pek çok problemde olduğu gibi bu problemde de en etkili çözüm yollarından biri konuşmaktır. 'O daha çocuk ne anlar' tarzında bir düşünce asla gerçeği yansıtmaz. Çocuklara, anlayabilecekleri dilden her şeyi net olarak açıklamak, aradaki güven duygusunu sağlamlaştırır.
Çocuğunuzu suçlamayın!

6 yaş öncesi çocuklarda soyut düşünce tam olarak gelişmediği için, hikâyeler üzerinden yaramazlığın ne gibi sonuçlar doğurduğu anlatılmalıdır. Hikâye kahramanıyla özdeşim kuran çocuk, dolaylı yönden yaramazlık yapmaması gerektiğini anlar. Yalnız hikâye bitiminde 'sen sakın böyle yapma, sen de bir kere aynı şeyi yapmıştın' tarzında cümleler kurulmamalıdır. Bu, çocukta suçlanma hissi uyandırır ve bizi sonuca götürmez.
Genelde aileler tarafından çocuğun yaramazlığı karaktere bağlanır. Hâlbuki çocuğun karakterinin oluşmasında en büyük etken ailedir. Sağlam bir karakter için ise en önemli şart tutarlı davranan anne-babalardır. Belli kurallara riayet etmek şartıyla gün içersinde neler yapılabileceği çocuğa açıklanıp, tercih hakkı sunulmalıdır. Böylece çocuk sorumluluk alabilecek ve kendisini daha iyi hissedecektir. Çocuksu davranışların terki daha rahat sağlanacaktır. Aksi halde keyfi kuralların koyulup kaldırılması çocuğu yaramazlığa sürükler.
Tüm çabalara rağmen, altı yaşını bitirmiş bir çocuğun yaramazlık yapmaya devam ettiği görülüyorsa bir uzmandan destek alınmalıdır. Doktor ve aile iş birliğiyle sebebi bulmak ve bu sebebe uygun çözümler üretmek mümkündür.